25 Mayıs 2016 Çarşamba

Alphan Manas Adlı Ruh Hastası Bir Ortağım Vardı 2

Bu yazı 16 Nisan 2012'de yazılmıştır 

Bugünkü yazımıza Alphan Manas’ın 5 Aralık 2011 tarihli BMW’ye Erken Binmek adlı yazısındaki yalan ve çarpıtmalarıyla başlayalım. Sonra tarih sırasıyla geriye giderek diğer yalanlarını, çarpıtmalarını deşifre edelim. Okuyanlara önerim, öncelikle onun yazılarındaki benimle ilgili bölümleri okumaları, daha sonra yorumlarımı okumalarıdır.


(Nişantaşı Plus dergisi, Mart 2013 sayısı. T.H.Ç. notu, 20 Aralık 2013)

Yıl 2002 Haziran… Levent, Manolyalı sokak, 20 numaralı iş yerimizden şu anda benim kullandığım yaklaşık 4.000 m2’lik iş yerine taşınıyoruz. Bu yer aslında TMSF’den alınan Universal Kart’a ait. Universal Kart’ın bize ayrıca böyle bir yararı da oldu. 750.000 TL’ye aldığımız şirketin kasasında 620.000 TL olmasının yanısıra, tüm makina, teçhizat, personel, müşterisi hazır bir şirket… Tüm altyapısı tamamlanmış bir binayı komple kiraladık. Yönetim katını da güzelce dekore ettik. 2001 derin ekonomik krizi sonrası olduğu için, iyi bir pazarlıkla bu yeri 10 yıllığına kiralamıştık. 1994’te yaşadığımız ekonomik krizde sıkıntıya düşmüş ve stresten bağışıklık sistemim zayıfladığı için akciğer enfeksiyonu geçirmiştim. Uzun süren mücadeleler sonucu o krizin etkilerini atlattık ve birçok firmanın sıkıntıya düştüğü o meşhur 2001 krizine bir lira borçsuz ve kasalarımızda para dolu olarak girdik. Ofisimizi kendi özkaynağımızla dekore edip, o dönem için ciddi paralar harcayabildik. Alphan’a arabaları değiştirmeyi teklif ettim. Başta ben almayayım dedi ama sonra onun da aklına yattı ve arabaları aldık. Alma zorunluluğu da yoktu zaten. Ben kendi paramla arabamı rahatlıkla alabiliyordum. Sadece benzin ve şoför maaşlarını şirketimiz ödüyordu. Farklı olan harcamalarımız, ortakların cebinden ayrıca ödeniyordu. Dolayısıyla o istemiş, almış, almamış kimseyi ilgilendirmez. Zorunluluk yok. Borcumuz sıfır. Sonuçta arabaları aldık. O arabaları almayalım diyen Alphan, arabasına binerken etrafını süzüp “kim bana bakıyor” edasıyla arabasına kurulurdu.

Gelelim borç yalanına… Iddaa için Mehmet Emin Karamehmet onayıyla Turkcell’den borcu 2003 senesinde aldık. Yani arabaları alıp araç kredi taksitlerini ödeyip bitirdikten sonra ve yine borçsuz harçsızken.
Alphan niye arasıra Digitürk binasına giderdi? Çünkü bizim Mehmet Emin Bey ile Sayot ve bir de Digikids adlı yeni kurduğumuz ortak şirketlerimiz var. Digikids orada. O işlerden borcumuz var dese o da yalan, çünkü o işlerde büyük hisse sahibi ve finansör Mehmet Bey’di, biz ise işi getirendik. Zaten iki iş de battı. Mehmet Bey’in harcadığı paralar gitmiş oldu. Biz bir kuruş para ödemedik. Peki bütün bunlar böyleyken, nedir o “borcumuz vardı, arabamı kapısının önüne çekemem, utançtan yıkılırım” zırvalıkları?
Sen yapmadıklarını, sahip olmadıklarını anlatır böbürlenirsin. Eski ortağın hakkında yalan yanlış yazılar yazar, ondan sonra da çeklerin karşılıksız çıkınca, bir de üstüne üstlük borç isterken yüzün kızarmaz da helal paranla aldığın arabandan mı utanacaksın?
İlahi adalete inanır mısınız? Bakın bu yazıyı yazdı. Birkaç ay sonra hacizden arabasını kaçırmak için, “BMW’ye erken binmek” derken, “Mercedes’ten apar topar inmek” zorunda kalıp, Mercedes S serisi arabası ile Range Rover’ını devretti.
Başına çok şey geliyor. Bir önceki yazımda Alphan’ın uğursuz olduğundan bahsetmemiş, o sıfatını yazmayı unutmuştum. Gerçekten de öyledir. Yaz tatili bir yere gider, o hafta 30 yıldan beri olmayan fırtına, hortum ve yağmurlara denk gelir. Uçaklar iptal olur, arıza çıkar, gecikir, bavulu çıkmaz. Aslında olumsuz, kötü duygu ve düşünceleri kafasından bir türlü atamadığından, bütün melanetleri üzerine çekiyor. Huzura kavuşması için önce kafayı toparlaması lazım.
Bu yazıda hafiften kendini “Steve Jobs” yapmış.
Beyimiz 7/24 iş ve pazar geliştirmeden sorumlu olduğundan, şirketteki güvenlik elemanı bile onu tanımamış. Hadi ordan… Mehmet Emin Bey’in başına gelen bir hikayeyi kendine uyarlayıp da kendine paye çıkarma. Altı üstü tek bir binadayız. Bütün binada o zamanki çalışan sayısı 100 kişiyi geçmez. Güvenlik nasıl seni tanımaz? Alphan, 7/24 kafasına göre takılır. Evde karısıyla kavga eder, bilmem ne fuarına gidiyorum der. Canı sıkılır, Amerika’ya gider. Ama ortağı tüm operasyonu üstlenmiş, tüm sıkıntılarını çekerken, Alphan ile şirketin sıkıntıları bile konuşulamazdı, paşamız strese hiç gelemezdi.
Bahsettiği PR olayı da şu : Bir davet vermişiz. Kurumsal İletişim Departmanı da basını davet etmiş, içlerinden biri de magazin muhabiri. Yazıyı magazin muhabiri yazmış, sanki ben yazmışım gibi anlatıyor. Bak muradına erdin. Seni artık daha çok kişi tanıyor. Daha da tanıyacaklar. Facebook arkadaş sayın da böyle giderse yakında 10.000 olur. (Facebook olayına bu yazımda ayrıca değineceğim.)
Bir de dönüşümlü olarak Teknoloji Holding’te Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptığımız, o yılda da onun başkan olduğu yalanı var. 50-50 ortaktık, ancak ortaklığın son yılına kadar Teknoloji Holding Yönetim Kurulu Başkanı bendim, Alphan Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı idi. Son yıl, ayrılma kararını verdikten sonra haklı bir istekte bulundu ve dönüşümlü başkanlık yapalım ve kartlarımızda eşbaşkan yazsın dedi, yönetim kurulu başkanlığını da o dönemde o aldı ve eşbaşkan olarak kartlarımıza unvanlarımızı yazdık. Bunların gerçi çok önemi yok, ancak adam belgelerle ispatlanacak konularda bile kolayca yalan söyleyebiliyor. Mübarek fütürist değil, fütursuz.
Bu yazıdaki en önemli nokta, kısaca değinilen ama arkasında gizem bırakarak merak uyandıran bir konu. Beyimiz, ayrılma nedenini açıklamamaya devam edecekmiş. Onu da sorduk soruşturduk, arkasından yine bir kıskançlık, çekememezlik hikayesi çıktı.
Sene 2003. Alphan ev almak istedi. Neden olmasın?… Ferahevler’de bir villa buldu. Peşinatı hazır, İş Bankası’ndan kredi çıkarttı ve bana önceden gelip “Emin, ben ev alacağım, ama bankadan hem Teknoloji Holding, hem de senin şahsi kefaletini istiyorlar, ilerde sen de alırsan, ben de kefil olurum” dedi. “Alphan, lafı mı olur, hayırlı olsun” dedim imzalar atıldı ve ev alındı. Daha sonra sıra bana geldiğinde ben kendisi ile kredi konusunu konuştum, “tamam” dedi. Ancak nereyi alacağımı tam bilmiyor. Neyse, ben de peşinat ve krediyi hazırladım, ancak bu arada alacağım krediden bir bölümü için mal sahibine 7 (yedi) ay sonraya çek vereceğimi söyledim, mal sahibi de kabul etti. Mal sahibi ile konuştuğumuz meblağın o bölümüne de kredi alacakken, yedi aylık faizsiz kredi kullanma imkanı çıkmıştı. Mal sahibi benim şahsi çekimi alacak, çekin üzerine de Teknoloji Holding avali olacaktı. Yani Teknoloji Holding kefaleti… Alphan’ın şahsi kefaleti de olmayacaktı. Tapu işlemleri günü geldi. Alphan kredi evraklarını imzaladı, şahsi çekimin Teknoloji Holding kefaletini imzalamıyor. “Alphan, bu çeki vermesem zaten kredi çekecek ve onu da zaten imzalayacaktın, imzalasana şunu” diyorum o ise “biz bunu konuşmadık, sadece krediyi konuştuk” diyor. “İyi ya, rakam toplamda aynı, ha Ali-Veli, ha Veli-Ali ne farkeder” diyorum anlamak istemiyor, imzalamadı. Ben de şahsi çekimi, Teknoloji Holding’in kefaletinde sadece benim imzam olan çeki, şirketin toplantı odasında bekleyen mal sahibinin avukatına verdim ve işlem tamamlandı. Çek zamanından 10 gün önce ödendi. Kredim zamanında kapandı ama Alphan’ın kredisi ancak İddaa’dan paralar gelince, banka borcu ödenip kapatıldı. Peki Alphan neden çeki imzalamamıştı? Çünkü aldığım evin nerede olduğunu, nasıl bir okazyon olduğunu, ileride ne kadar değerli olabileceğini daha sonraları anlamış, kıskançlık damarları şişmiş, bana bu evi nasıl olur da aldırmaz, onun planlarındaydı. Ayrıldıktan sonra daha büyük bir yalı arayışına girdi, bir yazışmamızda espri ile ona yakışanın Dolmabahçe Sarayı olduğunu söyledim. Çünkü Emin ne aldıysa iki üç misli olmalıydı. Şakası bir yana, arayışları bir sene kadar sürdü ancak daha sonra Yeniköy’de Emine Sabancı’ya ait yol yalısına kiracı olarak taşındı.
Evi aldıktan sonra, evin mirasçılarından Kahraman Sadıkoğlu’nun Irak’ta rehin alınması ile ilgili bir haberle birlikte aldığım evin resmi ve evi benim satın aldığım haberi çıktı. Arkasından Vatan Gazetesi beni cepten bulup, ayaküstü röportaj yaptı ve haberi de ertesi gün gazetede çıktı. Resmimi de internetten, basından bir yerlerden bulup basmışlar. O gün Alphan’ın ofiste bulunup da haberi gazeteden okuduğu saatlerde ofiste değildim. Anlatıyorlar, Alphan çıldırmış, krize giriyor, “çabuk bu haberi kaldırsınlar, gazeteyi toplatın” gibi akla hayale gelmeyecek zırvalıklar. O anda o odada bulunan Holding yönetim grubunun tümü bu olaya şahittir. Tanıdığınız varsa sorun, anlatsın komediyi, sene 2005.
İşte bu ev alma olayındaki çek konusu beyimizin ayrılma konusu imiş de, bunu söylememeye devam edecekmiş. Hadi ordan…
Buna benzer bir olay da Planet adlı POS şirketimi 2007 Temmuz’unda Ingenico’ya sattığımda meydana gelmişti. Ancak öncesinde de satış sürecini öğrendiğinde bu satışın olmaması için elinden geleni yapmış, hisselerinin %100’ü bana ait Planet A.Ş.’nin sona ermekte satış sürecini baltalamak, kafaları karıştırmak için Ingenico’nun Yönetim Kurulu Başkanına Tevi Kaplan takma adıyla bir mail göndermiş, aslında Türkiye’deki şirketin değerinin 3 Milyon dolar civarında olduğunu belirtmiş, aman sakın 40 milyon dolar falan verip eski ortağımı zengin etmeyin demeye getirmiştir. Linkten, bana Ingenico’dan gönderilmiş Alphan’ın takma isimli bu mailini okuyabilirsiniz. Sonuçta şirketi Ingenico’ya sattım ve paraları aldıktan sonra Alphan’a ağır bir mail attım. Üç gün sonra cevap verebildi. Yeminler edip, onun yapmadığını, artık kendi hayatını yaşamak istediğini yazıyordu. Tabii yine yalan. Başka kim bu maili gönderir. Ayrıca rahat durmadı, geçmişi devamlı kaşıyarak blogundaki yazılarında benimle ilgili yazılar yazmaya devam etti.
Satış sonrası Ingenico, Fransa’da basına bülten gönderdi, Türkiye’de de haberi çıktı. Alphan haberi gazetede görünce kapıları yumruklamış, sinir krizleri geçirmiş. Bu konuyu da 2007 yılında yanında çalışanlar gayet iyi bilir. Bizi bilenler o zaman yanında çalışanlara sorsunlar, anlatırlar o gün yaptıklarını, krizlerini.
Daha sonra kendi yaptığını örtmek için aynı şekilde kendi şirketini satarken benim mail gönderdiğimi söyledi. Bak, ben maili çıkardım. Sen de göster maili ispat et ki inanalım. Öyle işkembeden atmakla olmaz bu işler.
İlk yazımda onun karakterinden bahsetmiştim. Yazdığım gibi, kendi hatası ve eksikliği olan konularda karşısındakini suçlar ve o hatayı yapar. Veya hatayı yapar, ondan sonra aynı konuda sizi suçlar.
Sıra 7 Kasım 2011 tarihli Steve Jobs & DEHB yazısında…
Burada da sayın Manyaslı Steve Jobs ile nasıl aynı karakterlerde olduklarını, neredeyse askerlik anılarını falan anlatıyor. Komedi yahu…
Neyse biz konumuza dönelim. Bu yazıda bir bölüm dikkatimi çekti. Yazılan aynen şu: “Ortaklarım arasında en önemli yeri olan Mehmet Emin Karamehmet….. ”. Gerçekten ikimiz için de Mehmet Bey’in çok özel bir yeri vardır. Ancak, Mehmet Bey’in şirketlerine gidip gelirken bazı bilgiler topluyor. Bazı gizli bilgileri danışman bir kişiden temin ediyor, bunların ileride bir problem çıktığında şantaj olarak kullanılabileceğini söylüyordu. Amerika’daki Jinsa’nın ödül töreni için hep birlikte olduğumuz günlerde Çukurova’dan biri ile Mehmet Emin Bey’i ve Çukurova’yı kendi deyimiyle “suck etmek”, yani paralarını emmek adına planlar yaptığı konuşmasına kulak misafiri oldum. Yalnız kaldığımızda, “bu adam bize bu kadar kapı açıyor, daha ne istiyorsun dedim”, sustu. Söylenecek hiçbir şey kalmadığında susmayı tercih eder. O zamanlar oraya Mehmet Bey’in gitmesini ve organizasyonunu yapanlar, Neocon grubu ve Musevi cemaati ile yakınlaşmasını sağlama amacı güdüyorlardı. Jinsa adlı Musevi örgütten Mehmet Bey’in ödül alması, o dönemde orada, Washington’da temaslarda bulunan Başbakan ve AK Parti hükümet üyelerinin pek hoşuna gitmemişti. Bu arada orada tanıştığım ve Kuzey Irak petrollerindeki ortağı olan Mehmet Sepil’i ise çok düzgün bir insan olarak tanıdım.
Alphan ile iş, ortaklık yapanların dikkat etmesi gereken bir şey de gizli ses kayıtları alması, sizinle ilgili belgeleri klasifiye edip saklamasıdır. Özellikle açıklarınız itinayla tasnif edilip, ileride ve gerektiğinde ortaya çıkarmak üzere saklanır. Belirtmediğim bir diğer özelliği de, duygu sömürüsü yapmak istediği zamanlarda, gözlerini büyük bir ustalıkla doldurur, ağladı ağlayacak bir görüntü yaratır. Bunu, ne kadar üzüldüğünü belli etmek ve normal yollardan elde edemediği bir şeyleri koparmak için sıklıkla kullanır.
Yazdığına göre, yarattığı şirketlerin değeri 600 Milyon ve Cirosu 4 Milyar dolara ulaşmış. Yahu, insanda atarken bile biraz izan, insaf olur. Tek başına sen neyi yaratmışsın ki bunları kendine mal ediyorsun. Yaklaşık altı yıldır benden ayrı tek başına iş yapıyorsun. Ne yarattın? Biz birlikte geldik bu hale, 45 milyon dolarla benden ayrıldın. Onu batırdın üstüne bir de 10 milyon dolar borç taktın. Başarı dediğin bu mu? 45 Milyon + 10 Milyon Borç = 55 Milyon Dolar. 18 yıl benle ortaktın, bir şeyler de mi öğrenemedin? Yazıklar olsun. Hadi bir blog yazısı daha yaz. “55 Milyon Doları nasıl batırdım?” başlığıyla da gençler bir şeyler öğrensin, “What not to do?”

https://eksisozluk.com/entry/28199998
(Ekşi Sözlük, T.H.Ç. 20 Aralık 2013)

Geldik 28 Mart 2011 tarihli Marka olmanın dayanılmaz hafifliği yazısına…
Efendim bu sefer konumuz şirketimizin ismi olmuş. Aile şirketleri kendi soyadlarını şirketlerine verebilirlermiş ama kendisi o hataya düşmemiş ve işte şunun bunun önerisiyle Manas Holding yerine, Brightwell Holding demiş… İyi halt etmişsin. Benim şirketim aile şirketi değil mi? Bende başka ortak mı var zibidi. Şirketlerim bana ait. Sadece Bilyoner’de iştirakim var. Holdinglerin iştiraki de olur zaten.
Brightwell de sana ait değil mi? Neden Hollanda’da kurdun? Vergiden kaçınmak için. Başka ortak var mı? Yok… Eee daha ne? Vergiden kaçınmak için kurdun da, önce para kazanmak lazım. Para batıranların şirketlerine ödül olarak para koymuyorlar ki…
Ama beyimizin arasıra gazetede SAAB haberleri çıkarken; şirket aile şirketi, tek kişilik şirket değil de çok ortaklı, kurumsal görünsün diye, Brightwell sözcüsü Zamier Ahmed diye ne idüğü belirsiz birini konuşturuyor. Yanlış anlamayın, adamın konuştuğu falan yok, Alphan yazıyor, gazetelere e-mail ile gönderiliyor ve yayınlanıyor. Hep kendi konuşursa olmaz. Derler ki şirkette bir sen mi çalışıyorsun?
Bir de yabancı bir isim ortaya attın mı daha afilli olur. Baksana adam Arap asıllı gibi görünüyor, belki çuvalla para vardır.
13 Aralık 2010 tarihli Bana açılan İnternet davasındaki gelişmeler yazısı…
Bu yazısında Alphan efendi, bir gazetede eşimle çıkan resmimi koymuş, Türkiye’ye getirdiğimiz “Sotheby’s International Realty” için, “eski ortağım teknoloji işinden uzaklaştı, emlak komisyonculuğu yapıyor” demiş. Teknoloji işinden uzaklaşmadım ama evet, o işi yapıyorum. Namusumuzla iş yapıyoruz. Senin gibi bankalara şirketlere borç takıp ortalıkta boy göstermiyoruz ya!
Daha sonra da kendisine açtığım internet ile ilgili davadan söz etmiş. Açtığım davada kendisinin suçu bilirkişi raporu ile sabittir. Bu işten anlayanlar zaten yorumlarını yaptılar. Ayrıca haklı isen neden Teknoloji Holding sayfalarını sitende yayından kaldırdın? Yayınladığın ve hakları bana ait olan bilgiler bilirkişi tarafından saptanmış ve mahkeme kayıtlarına girmiştir. Bu konuda açtığım dava yakında sonuçlanır ben de sizleri bilgilendiririm. Bu adam öyle bir tip ki, burada olduğu gibi yoruma açık ve bazı insanların anlayamayacağı konuları saptırmaya bayılır. Dava sonuçlansın bu yazdıklarını belgelerle yutturmasını bilirim. Bir ara bir yerlerde de davayı kaybettiği takdirde mahkemelerimizi meşgul etmemek adına temyiz etmeyeceğini yazmıştı. Paşamız aslında suçunu ve davayı kaybedeceğini avukatlarından öğrenmiş, şimdiden bir hazırlık yapalım, buradan da memleketimize yararlı bir sonuç çıkaralım ki insanlar hakkımızda kötü kanıya varmasın diye düşünmüş. Bu davada en komik şeylerden biri de savunma olarak verdiği dilekçedir.
Gördünüz mü beyimiz savunma olarak 5.500 Facebook üyesi sahibi olmakla, Twitter’da 2532 takipçisi olmakla övünüyor. 5500/365=15; yani ortalama hergün 15 kişiye “Happy Birthday” diyeceksin. İşin gücün mü yok senin. 50 yaşında biri ve savunmasında Facebook üye sayısını belirten ilk davalı. Tarihe geçtin Manas efendi, tebrikler… Merak etme takipçilerin ve üye sayın hızla artacak. Bu açıklamalarımdan sonra yazdığın her kelime, attığın her adım bütün Türkiye tarafından takip edilecek. Akıllı, sorgulamasını bilen insanlar da senin nasıl madrabaz bir insan olduğunu daha iyi anlayacaklardır.
Millet de bu kadar konuşan, medyada görünen biri olduğu için bunu bir halt zannediyor…Belki ileride gerçekten bir halt olur, aman şimdiden yakınında bulunalım diyor.
Bu yazısında yine takmış, “Teknoloji Holding’i istiyorum dedin” zırvalarına. Bunu ilk yazdığım blog yazımda açıklamıştım.
Son olarak yazısında yine Steve Jobs olmuş paşamız. Hani Steve Jobs Apple’dan ayrılır, şirket çok zor duruma düşer, sonra gelir ve şirketi uçurur ya, bu da ayrıldı, 45+10=55 milyon doları beş senede batırdı ama dönüş yok, kapıdan bile içeri giremezsin, kapıya tembihledim. Seninle şu son beş senede yaptığın gibi karpuzları arkana bakmadan atman yüzünden ortaklığımızda iki kez iflasın eşiğinden döndüm, tüm stresini de ben çektim. Artık kendi başının çaresine bak.
5 Eylül 2010 tarihli Erken Öten Horoz Olmanın Dayanılmaz Hafifliği-3 yazısı…
Adama başlık atıp ruh hastası demiştim. Hakikaten hasta…Lütfen dikkatlice okuyun…Ortaklığımızdan ona devrolan “elektrik, su ve doğalgaz işletmelerine abone yönetim sistemi çözümleri satan Teknosis’i NYSE’de halka açık olan Verifone’a satarak dağıtım özelleştirmelerinden ümidini keşmiş-“miş”. Yarabbim akıl fikir ver. Yahu ne ilgisi var. Birkaçyüzbin dolara, o da eski Genel müdürümüz Soner Verifone’un başındayken şirketi sattın diye özelleştirmelere neden katılamıyormuşsun? Özelleştirmeye katılan şirketlerin yazılımları veya yazılım şirketleri mi var? Ayrıca senin ayranın var mıydı ki içmeye elektrik özelleştirme ihalesine katılıyorsun. Şimdiye kadar hangi özelleştirme ihalesine katıldın ki? Hadi, tam rakamı da vereyim. Şirketi 700.000 dolara satmıştır. Tabii bu arada NYSE’de halka açık olduğunu yazıp satışın yüzmilyon dolarlar boyutunda olduğunu gösterme gayretleri vardır. Söylediklerine hava katmaya bayılır. ABD’de çanta üreticisi bir şirkette kısa bir dönem çalışmışlığı vardır. O şirketi anlatırken “FBI’ın çantalarını üreten … şirketi” diye belirtir. Şirket adını hatırlamadım, önemli değil, o yıl için ihaleyi kazanmış FBI’a çanta üretiyor olabilir. Ancak kendi çalıştığı şirkete böyle gizemli laflar sokarsa, bazıları “vay be, bu adam FBI ile enseye tokat” derler diye düşünür.
Eğer kıvırıp da, “ben öyle demek istememiştim, özelleştirmeler olduğunda ben o ihaleleri kazanan şirketlere yazılım ve hizmetlerimi satacaktım” dese de farketmez. Evet, koyunlar tellere sürtecek, tellerdeki yünlerden… Satmadan önceki son yıl bu şirketinin kazancı neydi, bir söyle de insanlar ne lüzumsuz yazılar yazdığını daha iyi anlasın.
7 Şubat 2010 – Mirasyedi olmak
Burada beyimiz fellik fellik dışarılarda olduğu için ve tabii kendisinden habersiz röportaj yapıldığı için mutsuz olmuş. Yahu, kurumsal iletişim sana da bana da röportajlar ayarlıyor. İkimiz de ayrı ayrı veya birlikte röportaj yapıyoruz. Şimdi cımbızla ayıklayıp sadece benim olduğum röportajı yazmanın ne alemi var. Sen de röportajlar yapıyordun.
Bak artık çok meşhursun, elektrikli araba yutturmalarınla baş sayfalara da taşındın bir aralar, Facebook arkadaş sayın da olmuş 5000… Daha ne istersin?
Bir başka konu da Planet A.Ş. adlı şirketimiz ile ilgili yalan. POS işine girdiğimizde adını kullandığımız Planet A.Ş.’nin kuruluş amacı Planet Holywood’u Türkiye’ye getirmekti. Çok yüksek lisans paraları istediler, olmadı. Bizim perakende işlerde gözümüz vardı. Önce 10-12 adet Mc Donalds açalım dedik. Gittik, konuştuk, çok sayıda veremeyiz ve biz sadece başında onu işleten kişilere veriyoruz dediler. Daha sonra nasılsa Sultanahmet Köftecisi ile anlaşıp biri Bakırköy’de biri İzmir’de olmak üzere iki adet açtık. Baştan işler iyi gidiyordu ama bizim işimiz değildi. O işten toplamda 23.000 dolar gibi bir zarar edip dükkanları ve eşyalarını devredip çıktık. Doğru bir iş değildi. Ancak tabii iyi işleri Alphan, zarar edenleri hep Emin yaptığından beyimizin blogunda yazdığı gibi bu iş benim projem oldu. Kendisi özellikle benden ayrıldıktan sonra hep doğru işler yapmış ve beş senede 55 milyon dolar batırmıştı.
Gelelim İddaa ile ilgili iddialarına…Manas Efendi de İddaa projesi için benim gibi defalarca Ankara’ya gitmiştir. Ayrıca o zamanki Spor Toto Genel Müdürü Erdenay Bey’i tanıyan babasına da bana danışarak, Turkcell’e başka bir kalem göstererek, başkalarına veriyorum diye tanıştırma komisyonu olarak 10.000 dolar verdirmiştir. Birkaç kolaylık giderinde de teslimatta katkıları vardır. Fakat Iddaa’yı Türkiye’ye falan getirmemiştir. Açıkçası, biz Spor Toto ihalesini aldık. Biz derken ortaklığı oluşturan (%55 Turkcell, %25 Intralot, %20 Teknoloji Holding) şirket İnteltek A.Ş. olarak. Ortada IDDAA oyunu falan yok. Eski bildiğimiz Spor Toto oyunuyla başladık ve hiçbir halt olmadığını, bu işle zarar edeceğimizi görünce Yunan ortağımızın önerisiyle şu anki Iddaa oyununu oynatmak istedik, Spor Toto ise olmaz dedi ve sadece bu oyun için tekrar ihaleye çıkıldı. Klasik Spor Toto oyununun özel sektör eliyle bile para kazanamayacağını anlayana kadar Manas Efendi’nin “fix odds betting” denilen IDDAA oyunundan haberi bile yoktu. Bu kadar biliyordu da neden baştan başarısız olduk ve tekrar sadece bir oyun için ihaleye çıkıldı? Bilseydi veya bizler bilseydik -ki bizler de bilmiyorduk-, diğer ihaleye girenler de bilmiyordu; Spor Toto’dan Iddaa oyununun da olduğu bir ihale yapmasını ister, baştan öyle başlardık. Doğrusu, hepimiz işin acemisiydik, o zamanlar sadece Intralot bu işi biliyordu ve onların önerisi ile bu oyun Türkiye’de başladı. Bu oyun da sadece Intralot’un tekelinde olan bir oyun değil, 100 yılı aşkın süredir dünyada oynatılan bir oyun oynatma yöntemi sadece. Manas Efendi öyle bir hava yarattı ki, Iddaa oyunu sadece Türkiye’de oynanıyor, mucidi de Manas Efendi. Ama kabahat sadece onda değil ki, kabahatin yarısı da sende be kardeşim. Yazarken biraz düşün, araştır, sor-soruştur öyle haber yap. Artık internet var, bir şeyleri araştırmamak için tembel olmak gerekiyor.
Facebook’unda, birilerinin kendisi hakkında olumsuz yazı yazması üzerine yazmış, bana da yazıyı kopyalayıp gönderdiler: “‎2010 yılı bütçe gelirleri 236,8 milyar lira idi. 2010 yılında İddaa cirosu 3.75 milyar TL idi. Bunun sadece KDV geliri 675 milyon TL idi. Diğer gelirlerle devletin cebine iDDAA’dan 1.3 milyar TL’nin üstünde para girdi. Bu da yaklaşık % 0.5′e (binde beş) denk geliyor: http://www.otomobilgazetesi.com/erdoganin-babalari-yerli-oto-yapamaz-10317.html. Ama arkadaş %5 anlamış. Vurun çaba sarfedenlere bu ülkede. Yok edin onları. Size bu yakışır.”
Şunu demek istiyor Manyaslı hocamız: Ben yarattım, devletin gelirlerinin binde beşi benden geliyor… Lahavle, yahu bunun %20 hissesini seninle 2006 başında satmadık mı? Ne kurcalıyorsun alan kaç para ciro yapıyor, ne kazanıyor, devlet ne kazanıyor. Biz orada küçük oyuncuyduk, hissemizi sattık, paramızı aldık ve çıktık, sus artık… Bak şirketin şimdiki sahipleri sesini çıkarıyor mu?
Bir ara Alphan’ın babası da -Alphan’ın ricası üzerine- şirkette (IDDAA) danışman olarak çalıştı. Hatta hisselerimizi sattıktan sonra bile bir süre devam etti. Ama maalesef o da devamlı konuştu, İnteltek’te işten çıkarmak zorunda kaldılar. Genetik buralara da etki ediyor mu?
Link’e de girdim. Paşamız, cari açığın katili olmak istediklerini buyurmuşlar. Allah cari açığımıza sabırlar ihsan eylesin.
Paşamızın değindiği bir diğer konu da benim kurduğum Embrio’daki başarısızlığım. Evet olabilir. Yanlış adamlara yanlış modelle iş yaptırdım ve olmadı. Doğru model, %10-40 arası azınlık hisse olarak, işinin başında bulunan başarılı internet girişimcilerinden hisse almaktı. Bu model uygulansaydı, bugün ciddi değerde bir portföyüm olurdu. Ayrıca şu anda elimdeki o dönem internet işinden devam ettirdiğim şirketler para kazanıyor, değerleri o zamandan beri yaptığım tüm internet yatırımlarımdan iki-üç kat fazla. Benim bir şirketim yok ki, sekiz şirket var. Başarı bir işle değil, artıları eksileri ile ve sonuçta elinizde kalan değerlerle ölçülür. Ayrıldığımız zamana oranla varlığım, hatalar, kayıplar düşülüp, başarılar, kazançlar eklendiğinde üçe katlanmıştır; kendisine bakalım, bırakın eksiyi, çukurdadır.
Başka bir yalan daha. İçinde ilahi adalet sırlarını da barındırıyor. Mehmet Emin Bey ile tanışmamız, rahmetli amcamın oğlu Melih Hitay o zamanlar ulaştırma bakanı danışmanı iken oldu. Kendisinden Ericsson Genel Müdür Yardımcısı Ersin Pamuksüzer’i tanıştırmasını istemiştim. Alphan ile birlikte gidip tanıştık. O da bizi Mehmet Emin Bey ile tanıştırdı. Mobitex’e ortaklığımız ise yazıldığı gibi Konsensus’tan gelen para ile olmadı. O para sonraları parçalı olarak geldi. Mobitex’te ortaklık payımız için 440.000 Dolar parayı yatırmamız gerektiğinde ben Mehmet Emin Bey’e gidip Yapı Kredi’den kredi almak istediğimizi söyledim. O da beni Genel Müdür Yardımcısı İsmail Bey’e yönlendirdi. Bizden teminat istediler. Alphan’ın babasının İzmir’de evi var. Benim eşimin Ulus’ta dairesi var. Alphan’ın anne ve babası ipotek vermek istemedi. Ben mecburen tek başıma eşimin dairesini ipotek gösterdim, krediyi aldık, paramızı verdik ve Mobitex’e ortak olduk. O zamanlar Alphan’ın anne babasına ait olup da ipotek vermek istemedikleri ev ise, şu anda Alphan’ın banka kredisi almak için ipotek olarak bankaya verilmesi ve Alphan’ın bu kredileri ödeyememesi sonucu maalesef satılma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Daha sonra Mobitex’te işler kötü gidince yine Mehmet Emin Bey’e gidip “bizim hisselerimizi alın banka borcumuzu kapatalım” dedim. Sağolsun, batan şirketin hissesini bizden yine aynı fiyata aldı ve ben de krediyi ödeyip ipoteği kaldırdım. Bu ortaklık bize sadece banka kredisinin faizlerine mal oldu ancak Mehmet Emin Bey ile tanışıp ileride de iş yapma yolunu açtı ve bilindiği gibi ardından da IDDAA geldi.
Bu adam bir de utanmadan “Ortağım yanıma geldi ve Alphan, Mobitex’e ortak olmayalım dedi” diyor. Ortaklığımız benim verdiğim ipotekle alınan krediyle oldu. Daha ne demeli sana?
Gelelim bu yazısındaki bana seslendiği en son paragrafa:
“Sonuçta miras yemiyorum. Ona tavsiyem, o da miras yemesin. Projeleri getiren leyleklere çok şey borçlu olduğumuzu unutmasın” demiş iki yıl önce ünlü fütursuz düşünürümüz Manas Efendi. Tam iki yıl sonra duruma bakın. Bu halden sonra ne denir artık? Haklıdır deyip geçelim. Çünkü kendisine kalan miras yenmiş ve bitirilmiştir.
Kendisi hakkında daha nice yazılacak şey vardır, ancak burada kesiyorum. İşimiz gücümüz var. Kendisinin yine bir psikiyatri kliniği sonrası zırvalama cesareti olursa, cevabını veririm…


Üstadımızla ilgili diğer haberlerimizi ve blog yazılarımızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder